“İsrail’in Filistin halkına ve ülkesine gerçekleştirdiği saldırılar, münferit saldırılar olmaktan ziyade, işgali genişletme amacının ve apartheid rejiminin birer parçası olarak uygulanmaktadır”
“Filistinlilerin temel haklarının ağır ve sistematik ihlalinin, işlenen savaş suçlarının bütün insan hakları kurumlarınca ve dünyanın vicdanlı ve sağduyulu insan hakları savunucularınca reddedilmesi, kınanması ve saldırıların durması için harekete geçilmesi elzemdir”
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan, İsrail’in işgal altındaki Filistinlilere yönelik saldırılarına dair dünyanın tüm insan hakları kurumlarına mektup gönderdi.
Arslan mektubunda, BM sisteminin, kuruluşundan beri temel insan hakları ihlallerini bir yöntem haline getiren İsrail’in gerçekleştirdiği ağır ve sistematik uluslararası hukuk ihlallerinin önüne geçemediğini ve Filistin Halkı’nın var olma hakkını ve diğer temel haklarını korumada bir başarısızlık örneği olduğunu vurguladı.
BM Güvenlik Konseyi’nin yapısının kendi kuruluş şartındaki "devletlerin egemen eşitliği ilkesi"yle çeliştiği ve demokratik olmadığı belirtilen açıklamada her bir üyenin barışın sağlanmasına yönelik kararları veto etme yetkisi ve İslam dünyasını temsilen bir ülkenin yer almaması eleştirildi.
Sistemin, İsrail’in hukuksuz uygulamalarına güç verdiği, insan hakları düzenine duyulan saygıyı ortadan kaldırdığı, dünya barışını ve BM’nin geleceğini de tehlikeye attığının altı çizildi.
“İsrail’in Filistin halkına ve ülkesine gerçekleştirdiği saldırılar, münferit saldırılar olmaktan ziyade, işgali genişletme amacının ve apartheid rejiminin birer parçası olarak uygulanmaktadır” sözlerine yer verilen mektupta bütün insan hakları kurumları ve vicdanlı ve sağduyulu insanlar bu saldırıları kınamaya ve durdurmak için harekete geçmeye çağırıldı.
Mektubun tamamı şu şekilde:
İSRAİL’İN İŞGAL ALTINDAKİ FİLİSTİNLİLERE YÖNELİK SALDIRILARINA DAİR İNSAN HAKLARI KURUMLARINA VE DÜNYANIN SAĞDUYULU İNSANLARINA AÇIK MEKTUP
İnsanlığa büyük yıkımlar ve acılar yaşatan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nı müteakip kurulan Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatı, esasen uluslararası barış ve güvenliği korumak maksadı ile kurulmuştur. Uluslararası barışın korunmasının temel unsurlarından birisi olan temel insan haklarına ve özgürlüklere saygının geliştirilip güçlendirilmesi de, BM’nin amaçlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler halklarının, “savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancını” benimsediği ilan edilmiştir. BM Şartı’nı kabul etmiş bütün devletlerin ve BM Teşkilatı’nın kendisinin, “devletlerin egemen eşitliği” ve “devletlerin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına saygı” ve “Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmama” ilkelerine uygun hareket edecekleri kabul ve ilan edilmiştir.
Ne var ki, uluslararası barışı ve temel insani değerleri korumak için kurulan sistemin temelinde bulunan BM Güvenlik Konseyi’nde, beş daimi üye ülkenin her birine veto yetkisi verilmiş olması, barışın ve adaletin sağlanması maksatları ile “devletlerin egemen eşitliği” ilkesi ile çelişmektedir. Daimi üyelerin belirlenmesinin bir seçime dayanmıyor olması, her birinin barışın korunmasına yönelik kararları tek başlarına engelleyebiliyor olmaları ve aralarında İslam dünyasını temsilen hiçbir devletin bulunmuyor olması, söz konusu sistemin aynı zamanda tarafsızlık, çoğulculuk ve demokratiklik ilkelerine de aykırı olduğunun açık kanıtlarıdır. Esasen dünyada barışın ve insan haklarının korunması için kurulan bu yapı, barışın korunmasının ve insan haklarına saygının geliştirilmesinin önündeki en büyük engel haline gelmiştir.
Bu nitelikleri ile BM sistemi, kuruluşundan beri temel insan haklarını ihlali bir yöntem haline getirmiş İsrail’in gerçekleştirdiği ağır ve sistematik uluslararası hukuk ihlallerinin önüne geçememiş, Filistin Halkı’nın var olma hakkını ve diğer temel haklarını korumada bir başarısızlık örneği olmuştur. Bu sistem, İsrail’in hukuksuz uygulamalarına güç vermekte, insan hakları düzenine duyulan saygıyı ortadan kaldırmakta, dünya barışını ve BM’nin geleceğini de tehlikeye atmaktadır. İsrail, bu adaletsiz sistemden cesaret alarak, dünya barış tesis edilememesinin, insan haklarına saygının güçlenmesinin ve BM sisteminin bir umut olmasının önündeki en büyük engellerden birisi olmuştur.
İsrail’in Filistin halkına ve ülkesine gerçekleştirdiği saldırılar, münferit saldırılar olmaktan ziyade, işgali genişletme amacının ve apartheid rejiminin birer parçası olarak uygulanmaktadırlar. Hukuk dışı gerekçelerle Filistin halkının mahalleleri boşaltılıp toprakları ilhak edilmekte, özel mülkleri yağmalanarak yasadışı Yahudi yerleşimleri inşa edilmekte, yaşam hakları ihlal edilmekte, her türlü işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmakta, seyahat özgürlükleri kısıtlanmakta, ibadet hürriyetleri engellenmekte, tüm dünya Müslümanlarınca kutsal sayılan mabetlerine zorla girilerek ibadet edenlere gaz ve ses bombalarıyla saldırılar düzenlenmektedir. İsrail polisince provokatif saldırılar gerçekleştirilmekte, Filistin halkınca meşru müdafaa kapsamında verilen cılız tepkiler ise işgalin sürdürülmesi ve soykırım yapamanın bir bahanesi olarak kullanılmaktadır.
Bütün İslam dünyasınca kutsal kabul edilen Ramazan ayında, neredeyse her yıl, İsrail tarafından Filistin’de, Kudüs’te ve kutsal ibadet mekânı Mescid-i Aksa’da saldırılar gerçekleştirilmiş, söz konusu saldırılar bu yıl da tekrar ettirilmiş, işgal ve ilhaka dönüştürülmüştür. Yahudi yerleşimcilerin Doğu Kudüs’te ki Şeyh Cerrah Mahallesi’ni Filistinlilerden zorla alma girişimi, kadın, çocuk, yaşlı, engelli farkı gözetilmeksizin bütün Filistinlilere yönelmiş acımasız bir saldırıya ve silahlı çatışmaya dönüştürülmüştür. Gerçekleştirilen savaş suçu niteliğindeki saldırılar, başta İslam dünyası olmak üzere bütün insanlığın vicdanının yaralanmasına yol açacak seviyeye ulaşmıştır.
İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgali ve Kudüs’ü başkent ilan etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi, 20 Ağustos 1980 tarihinde aldığı 478 sayılı karar ile, İsrail’in Kudüs’ü “tam ve birleşik” başkenti olarak ilan ettiği 30 Temmuz 1980 tarihli "Kudüs Yasası“ nı uluslararası hukukun ihlali olarak kınamış, Konsey’in bu yasayı tanımadığı belirtilerek, üye ülkelere de Konsey’in kararına uygun hareket etmeleri ve diplomatik misyonlarını Kudüs’ten Tel Aviv’e taşımaları çağırısında bulunmuştur. ABD Başkanı Donald Trump’ın 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararına karşı sunulan ve BM Güvenlik Konseyi’nde 18 Aralık 2017 tarihinde görüşülen karar tasarısı ise, 15 üye ülkeden 14’ünün desteğini almış ancak ABD’nin vetosu ile engellenmiştir. Bu oylama, tek bir ülkenin veto yetkisini kullanarak dünya milletlerinin iradesini geçersiz kılabildiğini gösteren bir başka örnek olmuştur. Zira söz konusu tasarı, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi tarafından BM Genel Kurulu’na sunulmuş ve 21 Aralık 2017 tarihinde yapılan oylamada 9’a karşı 128 ülkenin desteğini almış, böylelikle bir kez daha Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılması yasadışı ve geçersiz kabul edilmiştir. Son olarak, BM Güvenlik Konseyi, İsrail’in Doğu Kudüs’te Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki Filistinli ailelerin zorla tahliyesiyle başlayan ve tırmanan gerginliği görüşmek için ikinci kez toplanmış, İsrail ve Filistin’in "tam ölçekli bir savaşa doğru sürüklendiği" uyarısı yapan BM Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Tor Wennesland’dan Doğu Kudüs’te artan gerginlik ve son gelişmeler hakkında brifing almıştır. BM Güvenlik Konseyi, Doğu Kudüs’teki gerginlik ve Gazze’deki hava saldırılarından derin endişe duyan ve çatışmalara derhal son verilmesi çağrısında bulunan ortak bir açıklama yapmak istemiş ancak konseyin açıklaması ABD tarafından engellenmiştir.
İsrail’in İsrailli sivilleri işgal altındaki Filistin topraklarına yerleştirme ve Filistinlileri yerinden etme politikası, uluslararası insancıl hukukun temel kurallarını çiğnemektedir. Bu yolla, İsrail 1948’den bu yana Filistinlilerin topraklarının yüzde 90’ına el koymuş ve buralarda Yahudi kent ve beldeleri kurmuştur. Cenevre Sözleşmesi, “İşgalci Gücün, kendi sivil nüfusunu işgal ettiği topraklara taşımasını” ve “koruma altındaki sivilleri işgal altındaki topraklardan bireysel veya kitlesel boyutta zorla taşımasını ve bu topraklardan sınır dışı etmesini” yasaklar. Bu, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü gereğince bir savaş suçudur. Savaş suçları, soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçlarını yargılamakla yetkili olan Uluslararası Ceza Mahkemesi de yakın zamanda, İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği eylemleri soruşturma yetkisine sahip olduğuna, yetkisinin Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü de kapsadığına karar vermiştir. İsrail’in gerçekleştirdiği eylemlerin söz konusu suç tanımları bağlamında soruşturulacak olması gerekli yargılamaların yapılarak adaletin sağlanması beklentisini yükseltmektedir.
İsrail’in mazlum Filistin Halkı’na yönelik saldırıları, bir bütün olarak insan haklarının ağır ve sistematik ihlalleridir. İsrail ’apartheid’i ortadan kaldırana ve kendi kaderlerini tayin etme hakkına saygı gösterme dahil olmak üzere Filistinlilere insan hakları standartlarına göre davranmayı kabul edene kadar barışçıl bir gelecek oluşmayacaktır. Filistinlilerin temel haklarının ağır ve sistematik ihlalinin, işlenen savaş suçlarının bütün insan hakları kurumlarınca ve dünyanın vicdanlı ve sağduyulu insan hakları savunucularınca reddedilmesi, kınanması ve saldırıların durması için harekete geçilmesi elzemdir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bağlayıcı ve caydırıcı kararlar alma yetkisi bulunan kurumların, yaşanan ihlalleri tespit ve ilan ederek, sonuçlarının takipçisi olmaları beklenmektedir.
Zulme ve haksızlığa sessiz kalmanın niteliği itibariyle zulmetmekten farklı olmadığını hatırlatıyor, mazlum ve mağdur Filistin Halkı ile birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olduğumuzu beyan ediyoruz.
Süleyman ARSLAN
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı
İngilizce metin için tıklayınız...
Fransızca metin için tıklayınız...