Son günlerde Filistin ve İsrail arasında yaşanan çatışmalardan dolayı çok sayıda sivil can kaybının yaşanması ve bölgede barış ve güvenliğin bozulması küresel vicdanı derinden yaralamaktadır. Gazze’nin yoğun bombardımana tabi tutularak orantısız güç kullanılmasından ötürü bölgede ağır bir insanlık trajedisi yaşanmaktadır. Son yaşanan olaylar İsrail ve Filistin arasında 1948 yılından bu yana devam eden çatışmaların kronikleşmiş bir hal aldığını ortaya koymaktadır. Gazze’de 16 yıldır kadınlar, çocuklar ve yaşlılar başta olmak üzere milyonlarca insan temel gıda, su, ilaç-tıbbi gereçler, akaryakıt ve enerji kaynaklarına erişememiş bölge adeta ablukaya alınarak açık hava hapishanesine çevrilmiştir. Tarihsel süreç içerisinde milyonlarca insanın vatanından sürgün edilmesi, binlerce sivilin katledilmesi ve yüzlerce yerleşim yerinin tahrip edilmesi savaş suçu olmakla birlikte, olağanüstü önlemlerin alınmasında geç kalınmış bir insanlık suçudur.
Sık tekrarlayan savaş hali dolayısıyla insancıl hukuk mekanizmalarının devreye sokulması ve bu yönde acilen tedbir alınması gerekmektedir. Birinci Cenevre Sözleşmesi (Harp Hâlindeki Silahlı Kuvvetlerin Hasta ve Yaralılarının Vaziyetlerinin Islahına İlişkin Sözleşme), İkinci Cenevre Sözleşmesi (Silahlı Kuvvetlerin Denizdeki Hasta, Yaralı ve Kazazedelerinin Vaziyetlerinin Islahına İlişkin Sözleşme), Üçüncü Cenevre Sözleşmesi (Harp Esirlerine Yapılacak Muameleye İlişkin Sözleşme) ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi (Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Sözleşme) kapsamında alınacak olağanüstü durum önlemlerinde yaşanan vakit kaybı her geçen gün daha fazla insan hakları ihlallerinin yaşanması sonucunu doğuracaktır.
Kuşkusuz insancıl hukuk kapsamında alınacak önlemlerin en başında sivil halk için insani yardım koridoru oluşturulması gelmektedir. Ancak pratikte süregelen çatışmalar, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların temel hak ve özgürlükler başta olmak üzere, güvenliklerini ve temel yaşam ihtiyaçlarının kesintiye uğramasına yol açmaktadır. Gazze’ye sağlanan temel gıda, enerji ve insani yardımların kesilerek sivil yerleşimlerin hedef gözetilmeksizin vurulması, uluslararası hukukun açık ve ağır biçimde ihlali olarak karşımızda durmaktadır. Bu durum göstermektedir ki, insancıl hukukun pratikteki yansıması olan Cenevre Sözleşmelerinin mevcudiyeti tek başına yeterlilik arz etmemekte, uygulamada ağır insani krizler ve ihmaller yaşanmaktadır.
Sorunun çözümü noktasında Birleşmiş Milletlere (BM) ve diğer uluslararası kuruluşlara önemli görev ve sorumluluk düşmektedir. Özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) devam eden çatışmalarla ilgili aksiyon alması, bölgede barış ve güvenliğin tesis edilmesi açısından önem arz etmektedir. Bölgede yaşayan siviller için acilen güvenli bir bölgeye geçiş sağlanmalı; insani yardım koridoru vasıtasıyla hayati öneme sahip sağlık ve gıda yardımları bölgeye ulaştırılmalıdır. İsrail-Filistin arasındaki çatışma daha fazla insanlık dramına yol açmadan bir an önce sona erdirilmelidir. Zira çatışmada çok sayıda masum sivil hayatını kaybetmekte ve sivil can kaybının artışı endişe verici boyuta ulaşmaktadır. İnsancıl hukuk açısından temel öncelik, bu çatışmalarda sivil halkın can ve mal güvenliğinin bir an önce sağlanmasıdır.
Başta BM olmak üzere tüm uluslararası kuruluşların tarafları masaya çağırarak, sorunun adil biçimde, diplomatik yöntemlerle ve ivedilikle çözümü hususunda tarafları uzlaşıya davet etmesi icap etmektedir. Siviller her durum ve koşulda korunmalı ve “toplu cezalandırma” gibi insanlık dışı muamelelerden kesinlikle uzak tutulmalıdır. Bölgede büyük travmalara yol açan ve uzun yıllar devam eden bu sorun, artık iki devletli çözüme yönelik yerleşik Birleşmiş Milletler prensipleri temelinde barışçıl yollarla, adalet sağlanarak daimi bir çözüme kavuşturulmalıdır.