İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde faaliyet gösteren Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu’nun (BDİHK) organize ettiği "Nefret Söylemiyle Mücadelede Medyanın Rolü" başlıklı sempozyum Fas’ın başkenti Rabat’ta başladı. Sempozyuma Kurumumuzu temsilen Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan, TİHEK Üyesi Mehmet Emin Genç ve kurum personeli katıldı.
İİT Başkanı Yusuf el-Useymin, sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, bazı medya organlarının kullandığı yabancı düşmanlığını körükleyen nefret söylemi nedeniyle Avrupa’da ve Myanmar’da Müslümanlara yönelik şiddetin arttığını söyledi.
Son yıllarda nefret suçlarında artış gözlendiğini belirten Useymin, Avurapa’da göçmen ve azınlıkları hedef alan saldırılara dikkati çekti. Useymin şunları kaydetti:
"Avrupa’ya göç eden sığınmacılara yönelik nefret, ayrımcılık ve ön yargının olduğunu gösteren pek çok rapor bulunuyor. Avrupa’da, azınlıkların hedef alındığı bir çok saldırı gerçekleşti. Saldırılara ilişkin medya organlarının söyleminin çok önemli olduğunu görüyoruz. Nefret savunucularının ifade özgürlüğünü kötüye kullandıklarına şahit oluyoruz."
Useymin ayrıca, medya mensuplarının olaylara bakışlarını yeniden şekillendirmeleri, göç ve sığınmacılara yönelik politikaları daha objektif şekilde aktarmaları gerektiğini ifade etti.
- "Nefret söyleminin sona ermesi için BM ve NATO da değişmeli"
Öte yandan sempozyuma ilişkin gazetecilere değerlendirmelerde bulunan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan, "Dünyada ciddi anlamda bir nefret söylemi var, etnik köken ve özellikle İslamafobi bağlamında bu dini bir nefret söylemine de dönüşmüş durumda. Dünyadaki bu nefret söyleminden dolayı oluşan huzursuzluğu hep birlikte aşabileceğimize inanıyorum. İİT öncülüğünde gerçekleşen sempozyumda, İslam ülkelerinden katılan üyelerin kendi değerleri etrafında bu konuyu ele alacaklarını düşünüyorum." dedi.
İslam aleminin kendi içindeki nefret söylemini bir tarafa bırakması gerektiğini belirten Arslan şunları söyledi:
"Birliğe, beraberliğe, kardeşliğe ve dayanışmaya herkesin hakkı olduğu gibi, nefret söyleminde en çok mağdur olan Müslümanların kendi söylemlerini düzeltmeleri gerektiğini düşünüyoruz. İçimize ihtilaf sokan Şia ve Sünni ayrılığını basınımız ve medyamızın nefrete dönüştürecek şekilde kullanmaması gerekiyor. Kanunlarla belirlenen bir ifade özgürlüğü vardır, ancak bunun da bir sınırı var. Hukuk, insan hakları, ifade özgürlüğünü korur, fakat hakareti, aşağılamayı, küçümsemeyi ve ayrımcılığı korumaz. Müslümanlar olarak bunu kendi içimizde uygulayarak tüm dünyaya örnek olmamız lazım."
Birlik, beraberlik ve kardeşlik mesajlarına özlem duyulan şu günlerde dünyadaki mevcut yapı içinde bunun "uzak bir hedef" gibi durduğunu dile getiren Arslan, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bunun için İslam dünyasının yanında Birleşmiş Milletler’in (BM) de daha aktif rol alması gerektiğini düşünüyorum. BM kendi yapısını değiştirmedikçe, İslam dünyasından temsilcileri veto yetkili daimi üyeler ile aynı statüye almadıkça, kendi içinde çoğulculuğu sağlayıp İslam dünyasına da aynı eşit fırsatı sağlamadıkça biz bu nefret söylemini daha çok duyarız. 90’lı yıllarda NATO zirvesinde ’İslam yeni düşman güç’ olarak değerlendirilmişti, NATO’nun bu konseptinden geri dönmesi gerekir. Bu düzenlemeler ve eylemler hayata geçirilmediği müddetçe maalesef dünyada İslamofobi’nin devam edeceğini düşünüyorum."